Olayları nasıl isimlendirirsek, onları öyle algılarız. Bugün sınırlarımızdan içeriye kontrolsüzce akan milyonlarca insanı tanımlarken kullanılan "sığınmacı", "mülteci" veya "misafir" kelimeleri, ne yazık ki yaşanan gerçeği açıklamaya yetmiyor. Hatta bu kelimeler, asıl tehlikenin üzerini örten süslü birer şal gibi duruyor.
Çıplak gözle, hiçbir ideolojik gözlük takmadan baktığımda gördüğüm şey bir "göç" değil. Bunun adı; bir ülkenin yapısının, rızası dışında ve öngörülemez şekilde değiştirilmesidir. Yani, sessiz bir demografik işgaldir.
Bunu söylerken referansım güncel siyasetin kavgaları değil. Referansım, sosyolojinin babası İbn-i Haldun ve onun yüzyıllar öncesinden bugüne ışık tutan eseri Mukaddime.
Haldun, toplumları çok basit bir ayrımla ikiye ayırır: "Bedevi" (Göçebe/Çöl kültürü) ve "Hadari" (Yerleşik/Şehir kültürü). Ona göre bu iki kültürün dokusu, yaşam algısı, adalet anlayışı ve devlete sadakati taban tabana zıttır. Bedevi kültüründe sadakat "aşirete" iken, yerleşik kültürde sadakat "kurallara ve devlete"dir.
Bugün yaşadığımız sorun; sadece ekonomik yük veya sokaktaki asayiş sorunu değil. Sorun, Anadolu’nun yüzyıllar içinde damıttığı "yerleşik, hukuka dayalı" yaşam biçiminin; henüz ulus bilincine erişememiş, biat kültürüne dayalı bir sosyoloji tarafından aşındırılmasıdır.
Sıkça duyduğumuz "Entegre edeceğiz" lafı ise, siyaseten söylenmiş koca bir yanılgı. Entegrasyon; küçük bir grubun, hâkim ve büyük kültüre uyum sağlamasıdır. Ancak gelen kitle, nüfus yapısını değiştirecek kadar büyükse, orada entegrasyon olmaz, "çatışma" ve "gettolaşma" olur. Kendi gettolarını kuran, kendi yaşam kodlarını dayatan bir yapı, bizim toplumsal harcımızı sulandırır. Bu bir ırk meselesi değil, bir medeniyet tercihidir.
Burada iş "devlet aklı"na düşüyor. Ancak bazen duygusallıkla mantık birbirine karıştırılıyor. Şunu net bir şekilde konuşmak lazım: Devlet, soyut bir tüzel kişiliktir. Ruhu yoktur, sevabı yoktur, günahı yoktur ve en önemlisi; dini yoktur. Devletin tek bir pusulası vardır, o da adalettir.
Duygusal veya inançsal gerekçelerle sınırları kontrolsüz bırakmak, o devletin geleceğini tehlikeye atmaktır. Devlet, kendi vatandaşının huzurunu ve kültürel devamlılığını korumakla yükümlüdür. Başka toplumların bakıcısı değildir.
Coğrafya kaderdir derler. Doğrudur. Ama demografi, geleceğin ta kendisidir. "Hümanizm" adı altında bu kontrolsüz akışa sessiz kalmak, insanı sevmek değil; kendi çocuklarının geleceğini ateşe atmaktır. Biz bugün, o geleceği kendi ellerimizle karartma lüksüne sahip değiliz.
Devlet ve Toplum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Devlet ve Toplum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
Çöldeki Paris mi, yoksa karanlık bir kuyu mu? (İslam öncesi Arap toplumunda "cahiliye" kavramının yanlış anlaşılması üzerine)
Tarih, kazananlar tarafından yazılır. Bu yüzden bir dönem sona erip yenisi başladığında, eski döneme dair anlatılar genellikle karikatürize ...
En Çok Okunan Analizler
-
Tarih, kazananlar tarafından yazılır. Bu yüzden bir dönem sona erip yenisi başladığında, eski döneme dair anlatılar genellikle karikatürize ...
-
Olayları nasıl isimlendirirsek, onları öyle algılarız. Bugün sınırlarımızdan içeriye kontrolsüzce akan milyonlarca insanı tanımlarken kullan...
-
Genellikle insanlar, Siyaset Bilimi ve tarih üzerine çalışan, 'otorite', 'egemenlik', 'teoloji' gibi ağır kavramlarl...
-
Bundan yıllar önceydi. Arabamın motoruna bir katkı maddesi ekletmek için sanayide, küçük bir dükkandaydım. Ürünü satan arkadaş, elindeki kut...
-
Bugün, sosyal medya hesaplarımda da paylaştığım üzere, Cumhuriyet tarihinin en kritik kırılma noktalarından birinin, Tekke, Zaviye ve Türbel...