Sekülerleşme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sekülerleşme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18/12/2025

Mihraptan Sandığa: Kutsalın Araçsallaşması ve Sessiz Kopuş

Türkiye’nin son çeyrek asrında, meydanların gürültüsü ve siyasi polemiklerin tozu dumanı arasında, aslında çok daha derin, sessiz ve geri dönüşü zor bir sosyolojik kırılma yaşanıyor. Avrupa, sekülerleşme sürecini sanayi devrimi, bilimsel aydınlanma ve kilise dogmalarına karşı entelektüel bir başkaldırı ile tecrübe etmişti. Bizim coğrafyamızda ise ibre bambaşka bir yönü gösteriyor. Bugün Anadolu’da ve metropollerde yaşanan inanç krizi, kütüphanelerde okunan felsefi metinlerden değil, bizzat hayatın, sokağın ve en önemlisi iktidar pratiğinin tam kalbinden neşet ediyor. Geleneksel dindarlığın "güven, tevazu ve adalet" ile örülü manevi kalesi, paradoksal bir şekilde, o kaleyi koruma iddiasıyla yola çıkan siyasal bir dilin elinde aşınıyor.

Max Weber’in modernite için kullandığı "dünyanın büyüsünün bozulması" tabiri, bugün Türkiye’de teo-politik bir gerçekliğe dönüşmüş durumda. Siyasal İslam, uzun yıllar boyunca muhalefetteyken biriktirdiği ahlaki üstünlük iddiasını ve "mağduriyet" sermayesini, iktidar olmanın getirdiği dünyevi güçle temas ettiği anda hızla tüketmeye başladı. Kutsal olan; ayetler, hadisler ve asırlık dini semboller, günlük siyasetin, ihale pazarlıklarının, kadrolaşmaların ve parti propagandalarının mezesi haline getirildiğinde, o semboller halkın gözündeki dokunulmazlığını ve aşkınlığını yitirdi. Din, metafizik bir sığınak olmaktan çıkıp, dünyevi bir "kalkan" veya bir "kariyer basamağı" olarak görüldüğünde, toplumun vicdanında onulmaz bir yara açıldı.

Tarihsel sosyoloji perspektifinden baktığımızda bu durum aslında tanıdıktır; Emeviler döneminde dinin bir "devlet ideolojisine" dönüşmesiyle yaşanan kırılmanın modern bir tezahürüdür bu. Siyasal iktidar kendisini dinin yegâne temsilcisi, kendi bekasını da dinin bekası olarak sunduğunda, ortaya çıkan fatura doğrudan inancın kendisine kesiliyor. Bugün genç kuşakların veya sorgulayan zihinlerin yaşadığı uzaklaşma, Tanrı fikrinden ziyade, Tanrı adına konuştuğunu iddia edenlerin pratiklerine bir tepkidir. İnsanlar, yolsuzluğun, adaletsizliğin veya lüksün "dini" bir söylemle meşrulaştırıldığına şahit oldukça, o söylemi reddetmenin tek yolunu, o söylemin dayandığı kurumsal yapıyı reddetmekte buluyorlar. Bu, felsefi bir ateizmden çok, ahlaki bir duruştur; kirlendiğine inandıkları bir su kaynağından içmeyi reddetmektir.

İşte bu noktada sarkaç prensibi devreye giriyor. Bir toplumda din, siyasal bir sopa olarak ne kadar yukarıdan aşağıya ve baskın bir şekilde dayatılırsa, sarkaç serbest kaldığında o kadar sert bir şekilde aksi yöne savruluyor. Ancak Türkiye’deki bu savrulma, Batılı anlamda bir ateizmden ziyade, kendine has, hibrit bir inançsızlık veya "kurumsuz inanç" alanı yaratıyor. Camiye gitmeyen, ritüelleri terk eden, din adamlarına güvenmeyen ama "Yaratıcı" fikriyle bağını koparmayan milyonlarca insan, aslında farkında olmadan yeni bir sosyolojik kategori oluşturuyor. Bu kitle, siyasal İslam’ın iktidar pratiğiyle yaşadığı hayal kırıklığını, bireysel ve steril bir Tanrı inancına sığınarak tamir etmeye çalışıyor.

Bu sessiz yığınlar, anketlerde bazen "kararsız", bazen "seküler", bazen de sadece "küskün" olarak görünüyor. Ancak yüzeyin altına inildiğinde, bu durumun geçici bir siyasi tepki değil, kalıcı bir zihniyet dönüşümü olduğu anlaşılıyor. Toplum, dini terminolojinin siyaseten bu kadar yorulduğu bir ortamda, inancını korumak için dini kurumlardan uzaklaşmayı seçiyor. Bu paradoksal durum, önümüzdeki yıllarda üzerine en çok konuşulacak, fakat henüz tam olarak adı konulmamış devasa bir kitleyi işaret ediyor. Halen üzerinde çalıştığım ve yakında okurla buluşacak olan kitabımda, bu sosyolojik fenomeni, tarihsel kökleri ve bugünkü tezahürleriyle derinlemesine inceliyor; bu büyük kitlenin aslında kim olduğunu şu isimle tanımlıyorum: "Deist Olduğunu Bilmeyen Müslümanlar".

Çöldeki Paris mi, yoksa karanlık bir kuyu mu? (İslam öncesi Arap toplumunda "cahiliye" kavramının yanlış anlaşılması üzerine)

Tarih, kazananlar tarafından yazılır. Bu yüzden bir dönem sona erip yenisi başladığında, eski döneme dair anlatılar genellikle karikatürize ...

En Çok Okunan Analizler